21-07-2020 Recai ŞEYHOĞLU

 

Lise yıllarımda sanat tarihinden hep 10 alırdım. Yazılıda da sözlüde de…

Edebiyat ve kompozisyonda fena değildim. Farklı alanlar olsalar da biyoloji ve sanat tarihinde  notlarımhiç 10’dan aşağı düşmezdi.

Bazilika, restitüsyon, relöve, strüktür, şadırvan, rüstik duvar, revak, İon sütun, sütun başlıkları gibi sözcükleri kolej yıllarımda sanat tarihinde öğrendim.  Sağ olsun Osman Nuri Şimşek hocam.

 

*

Her yaz tatilinde bölge bölgeTürkiye turuna çıktığımız için gittiğimiz şehir ve kasabalardaki tarihi mekânlar ve kalıntılar hakkında bizimkilere bilgi vermek benim görevimdi. Kiliseler, hamamlar, kaleler, agora, o uygarlıklarla ilgili bilgiler benden sorulurdu. Babamın da annemin de bu konuya olağanüstü ilgileri vardı zaten. ‘’ Sarı oğlan anlat bakalım! ‘’ derdi babam.

Tarih ve sanat tarihi benim için aşktı/ imandı.

Aspendos, Cennet- Cehennem, Kapadokya bölgesi, Çifte Minareler Medresesi, Akropol, Asklepion, Ayasofya, Sultanahmet Camisi, Bursa Ulu Cami, Yerebatan Sarayı, Urfa Balıklı Göl, Safranbolu evleri, antik tiyatrolar, hep o güzel günlerin anısı…

Her geziden zenginleşmiş olarak dönerdik.

*

Mimari, estetik ve şehircilik konuları beni hep etkilemiştir.

Yurtdışına çıktığımda AVM’lereadım atmam.

Göreceğim yerler; kiliseler, heykeller, anıtlar, köprüler, köşkler, saraylar,  şapeller, müzeler olur. Roma’daki Colesseum ( kolezyum),  Floransa’daki köprüler, Pisa Kulesi, opera binaları, çeşmeler, Paris ve Tiflis’te  gördüğümo benzersiz  yapılar, İran’ın her şehrindeki türbeler, heykeller, parklar, tiyatro binaları, Kiev’deki muhteşem  tapınma merkezleri ve devasa heykeller  karşısında o  yapıların mimarlarını/ heykeltıraşlarını kucaklayasım / alkışlayasım gelmiştir hep.

Vatikan’da gördüğüm  Sistina Şapeli, Michelango’nun Davut heykeli ve freskler rüyamda çıktı bir gün karşıma… Erdebil’de, Tebriz’de, Tahran, Meşhed, Isfahan ve Şiraz’da gördüğüm anıtlar ve heykellerle türbeler de hiç unutamadıklarım arasında. İran’ın  neden bilim-sanat ve edebiyatta çok ileride olduğunu orayı görmeyen bilemez. Bunu bilir bunu söylerim.

Varşova, Frankfurt, Brüksel, Münih,  Amsterdam, Padova, Mytlini, Atina, Üsküp, Sofya ve Tiran’da gördüğüm resim gibi tarihi binaları görünce de ben neden mimar/ yontucu değil de öğretmen oldum diye çok hayıflanmışımdır.

Osmanlı’daki padişahlar iyi ki gidip Paris’i görmüşler diyorum kendi kendime. Gidip görmeselerdi İstanbul’daki o görkemli sarayları/ çeşmeleri görebilir miydik?

Gotik mimari, gotik yapılar beni çok etkiliyor. Köln Katedrali, Notre Dame Katedrali gibi… Gökyüzüne doğru yükselen o ağır ve estetik yüklü katedraller beni büyülüyor.

 ‘’Rönesansa kadar Avrupa da ilkel ve cahildi.’’ Nietzche’ye göre. Çünkü kültürler milli ve mahalliydi. Rönesansla renklendi Avrupa.

Romanesk mimari de; kullandığı taş/ tuğla/ kalın duvarlar/ büyük taş tonozlar, dekoratif sütunlar ve büyük giriş kapılarıyla etkiliyor beni.

İspanya’daki Santiago De Compostela Katedrali’ni görmek için neler vermezdim… Gidersem herhalde bir İspanyol’a soracağım ilk soru şu olurdu: ‘’ Bu, taştan tuğladan yapılmış bir katedral mi  yoksa resim mi?’’

Rönesansla birlikte estetik değerler de tavan yaptı Avrupa topraklarında.

Barselona’daki katedral, kimi/ kimleri büyülemiyor ki…

Gaudi’nin La SagradaFamiliya’sının turist rehberlerinin programında ilk sırada yer alması nedendir diye kendimizi sorguluyor muyuz hiç?

 Diyeceğim şu: Elin oğlu resim yapar gibi bina dikiyor memleketine…

Brüksel’deki Central Station civarındaki saray gibibinaları görünce Brüksellilerin bina yaparken  resimle mimariyi birbirine karıştırdıklarını düşünür olmuştum. Binaların dış cephelerinde tek bir aşınma yok… Boyası da sanki dün yapılmış gibi…

                                                                                *

Fırsat buldukça her pazar, Karşıyaka İskeleden başlayıp Bostanlı’ya kadar sahil boyunca ilerliyor, dönüşte de yalıdaki binaları incelercesine geri dönüyorum. Sahildeki çiğdem çekirdek yığınlarının sadece hafta sonlarında  görülüyor olmasına centilmen Karşıyakalı’nın itiraz etmiyor olması da canımı sıkmıyor değil…  Dışarıdan gelip sahilde çekirdek çitletip önüne atanlara ‘’ Burası bizim kentimiz. Biz temiz tutuyoruz. Siz de kirletmeyin lütfen.’’ demesinde yarar yok mu?

Sahili dışarıdan gelenlerin kirlettiğine bire bir tanığım çünkü. Çarşıda o kirliliği göremezsiniz örneğin…

Zorunlu din dersinin yanı sıra bir de ‘ İyi Yurttaşlık ‘ dersi olsa konu çözülecek bence.

Yalı boyunca sadece ve sadece üç bina dikkatimi çekiyor. Durmuş Yaşar’ın evi, Beyaz Balon Anaokulu, Behiye Hanım Anaokulu… Üçü de kimlikli, üçü de beni gör der gibi… Üçü de yıllara meydan okur gibi…Bir de Van Der Zee ailesinin  Köşkü…… Ahşap ve taş ağırlıklı, geniş bahçeli o eve bayılıyorum.

Diğerleri mi? Kupkuru, anlamsız, zevksiz, tatsız tuzsuz taş/ demir ve beton yığını olan kibrit kutusu benzeri apartmanlar…

1671 Sokakta da yok değil öylesi kimlikli binalar… Nişantaşı Sarı Köşk ile ChichaMeyhane gibi…

Karşıyaka’nın ara sokaklarında da görüyoruz muhteşem diyebileceğimiz binaları. Ama hiç biri dün yapılmış değil… Her biri en az 90-100 yıllık…

Mimar Sinan’ın torunları değil miydik biz? Neden ?

Ege’nin İncisi Karşıyaka’nın en gözde bölgesindeki kibrit kutusu gibi binalar hiç yakışmıyor Karşıyaka’mıza…

Neden yapmıyoruz yıllar önceki köşkler gibi binaları, iki katlı Rum evleri benzeri o sevimli ve sağlam taş binaları? Bugünkülere göre daha milli ve daha yerli değil mi?

Çirkin yapılar için teşvik mi ödeniyor yoksa?

                                                                          *

Adam, sofraya oturmadan önce elini yıkar. Yatmadan önce duş yapar. Eve girince üstünü başını değişir. Öyle değil mi?

Peki… Bina yaparken neden yok bu titizlik/ incelik?

Neden özensiziz, neden estetik bir kaygı taşımıyoruz, neden bir güzellik ortaya çıkarma çabamız yok?

Kemeraltı’ndaki Salepçioğlu Camisi’ne her adım attığımda içini dışını dolaşır, görevli delikanlıyla konuşurum. Barok mimarinin bu eşsiz örneği beni büyüler çünkü. İbadethaneler laf olsun diye inşa edilmemeli. İnsanı iliklerine kadar etkilemeli…

Karşıyaka’mız Türkiye’nin Batı’ya açılan bir penceresi değil mi?

Batı’daki binalar neden kibrit kutusu benzeri değil de resim gibi?

Eskinin camilerine bakın, bir de bugünün camilerine …

Eskinin camileri birer sanat eseri… Sultanahmet’ten, Ulu Cami’den kim etkilenmiyor ?

Denizden gelen esintiyi kesen o gökdelen benzeri binalara niçin izin verdiklerini keşke bir bilsek…

Ya, imbatı kesen o kibrit kutusuna benzeyen ucube yapılar yükselirken sesini çıkarmayan Karşıyakalılar’a ne demeli?

190 kez ihale yasasını değiştiren siyasiler mi suçlu sadece?

 

                                                                         *

 Bağdat doğumlu Ahmet Haşim’in ‘’ Asrımızın kendine özgü bir mimarisi olmadığı ve olmasına da olanak bulunmadığı artık herkesçe malum, münakaşaya değmez bir hakikattir.’’sözü,  mimarlarımızı ve müteahhitlerimizi  ilgilendirmeli.

Durup durup onun şu sözlerine kulak veriyorum: ‘’ Mimari, her sanattan daha çok hayat ve âdetleri taklit eder. Eskiden imanların en kuvvetlisi din imanı olduğu içindir ki mimarinin en büyük şaheserleri şimdiye kadar mabetler ve mezarlar olmuştur.’’

Nüfusa oranla  çok fazla yapılmış olduğu söylenen ( Yaşar Nuri Öztürk) camilerimizin hangi biri hayatı ve âdetleri anlatıyor gibi geliyor size?

Altında dükkânlar ve işyerleri bulunan camilerin inşa ediliyor olması, imanı mı yoksa ticari kaygıları mı önceliyor diye düşünmek gerekmez mi?

Özgün bir mimari anlayışımız yok! Safranbolu evleri var. Bodrum evleri var. Kula evleri var. Mardin’deki taş evler ayrı bir dünya…

Neden İzmir’e özgü, marka olan konutlarımız yok?

Karşıyaka’nın güzelim yalısında göze çarpan dört güzellik, yıllar öncesinin ürünü…

Şimdi neden yapamıyoruz benzerini?

Frankfurt’u, Paris’i gören ve yaşayan Ahmet Haşim, ders verir gibi de fısıldıyor kulağımıza: ‘’ Mimar Kasım Ağa ya da Sinan’a hayran olmaktan başka yapacak bir hüneri olmayan bir mimar; Fuzuli, Baki ya da Nedim’in taklitçisi bir şair, bu şanlı ecdat silsilesine torun olmaya layık değildir.’’

Fısıldıyor mu haykırıyor mu ona da siz karar verin.

Ahmet Haşim, kent kültürü ve kentlilik bilinciyle ilgili konularda sözüne kulak verilmesi gereken bir estet.

 

                                                                                *

İş Bankası Kültür Yayınlarından yeni çıkan ‘ Gurebahane-i Laklakan ‘ ı ( Nisan 2020 ) okuyunca  Karşıyaka’m için bu kitaptan bir sonuç çıkar diye düşündüm ve sarıldım kaleme.

 Diyor ki : ‘’ Sultan Selim devri kıyafetinin bugünkü yeknesak giyinişimize göre bin defa daha göze cazip görüneceği şüphesizken onu diriltmeyi düşünmek ne kadar gülünç ise bu dini mimariyi yaşatmak fikri de o derece gülünçtür.’’

Mimariyle ilgili eksiklerimize/ yanlışlarımıza ayna tutuyor gibi.

                                                                        *

Ne halı müzesi var Karşıyaka’mızın, ne kalem ne de kütüphane müzesi…

Koskoca/ gelişmiş bir şehirde eski meslekler müzesi/ kalem ve daktilo müzesi, siyah beyaz fotoğraflar müzesi olmaz mı?

Ali Kocatepe İzmirli, Sezen Aksu İzmirli, Yusuf Nalkesen İzmirli. Ahmed Adnan Saygun İzmirli…

Gönül Yazar, DarioMoreno, Hüsnü Şenlendirici, Tanju Okan, Kayahan ona keza…

Yakışmaz mı bir Müzik Müzesi?

Gotik, Barok, Romanesk mimari varken çok mu zordur özgün bir İzmir mimarisi yaratmak?

Akdenizin mavisinin bulunduğu, avlulu, yaseminli/ begonvilli iki katlı ahşap çatılı evler…

Zor mu?

Plastik cerrahi dalında uzmanlık yapmış bir doktorun Karşıyaka’sında özgün bir mimariye sahip/ estetik haz veren binalarla donatılmış bir Karşıyaka yaratmak zor mu?

 

 

 

 


Bu yazı 519 defa okunmuştur.



Recai ŞEYHOĞLU Diğer Yazıları
Köşe Yazarları
Çok Okunan Haberler
Anketimize Katılın
Henüz anket oluşturulmamış.
Namaz Vakitleri