20-07-2020 Recai ŞEYHOĞLU

 

Düşünceler ne de çabuk değişiyor…

Bugün kürk giyen bir kadın bundan 100 yıl önce o kürkü üstüne alıp dolaşsa acaba nasıl karşılanırdı?

Bu konuda Ahmet Haşim’in sözleri çok ilginç: ‘’ Tırnaklarını uzatıp sivrilten ve vücudunu baştan başa  tüylü göstermek isteyen kadın belli ki insandan gayrı bir hayvana benzemek için uğraşıyor. Kadınlarda bu insan şeklinden uzaklaşma meylinin sebepleri ne olsa gerek? ‘’

Önce çok garibime gitti bu sözler. Çünkü şairliğinin yanı sıra da bir düşünür Ahmet Haşim. Yukarıdaki sözler ise bir düşünürün sözlerine hiç benzemiyor.

İşte burada durmak gerek… O sözleri bugünün koşullarına göre değerlendirirsek başlar saçmalık.

Ahmet Haşim’in yaşadığı günlerden soyutlayıp ele alacak olursak o tümceyi işin içinden çıkamayız.

Yazdığı yılı gözönüne almak gerekir doğru bir değerlendirme yapabilmek için bence.

Bazı konular da var ki her dönem geçerliliğini sürdürür.

Üstadı bildiği Fransız şair ve yazar Remy de Gourmont’un dediği gibi ‘’  Aşk ile evliliği karıştırmamalı. Aşk yabani bir hayvandır. Kanunlar haricinde, isyan ve ihtilal dağlarında yaşar. Ancak gece karanlıklar basınca, gizli yollardan şehre girer ve bahçelerin tarhını, ağaçlı caddelerin banklarını alt üst eder. İbadethanelerde her gün lânetlenen aşktır. Hükümetler polis ve jandarmayı ona karşı silahlandırır. Halbuki evlilik bir şehir kurumu, bir emniyet düzenidir. ‘’ ( Bize Göre/ Ocak 2020- T. İş Bankası  Kültür Yayınları)

Ahmet Haşim, bu konuda Gourmont gibi düşünüyor demek ki…

‘’ Aşk geçici, evlilik ise daimidir. Evliliği aşkın devamı zannetmiş nice safdil çiftler üç ay geçmeden dudaklarda ateşin söndüğünü görmüşler ve bir akşam kendilerini karşı karşıya esner bulmaktan hayret etmişlerdir. Aşk değişmeyince ölür.

En eski edebiyattan en yenisine kadar her dilde şiirin konusu eş değil sevgilidir.

Kahramanı eş ve konusu evlilik olan hikâyeden daha tatsız ne olabilir?’’  derken  Haşim, haksız mıdır sizce?

Vakit buldukça hep sinemaya gidermiş. Merak bu ya, acaba ne tür filmler izliyordu romantik şairimiz.

Bulut/ bulutlar konusundaki yorumunu çok seviyorum onun. ‘’ Bulutlar bize küsünce nehirler kurur, tarlalar ölür. Bahçeler solar, toprak mahsüllerini keser; şahısların kesesi ve neticede devletlerin hazinesi boşalır, ticaret durur, sanat durur.

Hâsılı, hayatın sonsuz çarklarını döndüren bulutlardır.’’

Gökyüzüne bakıp da bulutları görünce hep bulutlar üzerine şiir yazasım geliyor.

                                                                                  *

 Yıllar öncesinin Manisa Valisi Refik Arslan Öztürk, yanına gittiğimde bana hep ‘’ Üstadım’’ derdi. Şimdi de Ulvi Puğ, Hasan Zeki Sungur ve birkaç arkadaş diyor. Eziliyor gibi oluyorum ama ‘’ Bana üstadım demeyin.’’ de diyemiyorum. Nezaket icabı söylüyor olsalar gerek diye düşünüyorum, çünkü üstad biri olduğumu hiç düşünmüyorum.

Eskiden üstat herkesçe onaylanmış ustalıklara verilen büyük bir payenin adıydı.

Anatole France, çok kızarmış/ hiç tahammül edemezmiş kendisine böyle seslenilmesine…

Ahmet Haşim, öğretici biri. Ben, en asil organımızın beyin olduğunu düşünürdüm hep. Oysa başparmakmış. Başparmak, diğer parmaklarla birleşince  iş görebilecek hale geliyor ve  insana nesneler üzerinde  üstünlük kurma olanağı veriyor.

Dağda, çölde ve ormanda hayvan olarak kalan mahlûkların hepsi başparmaklarını kullanamadığından şehirler kuramamış, evler inşa edememiş, sonuçta uygarlık kuramamışlar.

Sen neymişsin be başparmak!

Ne sigara ne de içki kullanırmış Ahmet Haşim. Şair olup da rakı/ şarap içmeyen herhalde bir o var.

Şair denince ilk aklıma gelen isimler Otuz Beş Yaş şiiriyle Cahit Sıtkı Tarancı, Fahriye Abla şiiriyle Ahmet Muhip Dranas,  Annabel Lee ile Edgar Allen Poe, Kaldırımlar ile Necip Fazıl Kısakürek ve Merdiven şiiriyle de Ahmet Haşim oldu hep.

Nazım aşkı, Neruda sevgisi daha sonra…

Memduh Şevket Esendal’ın öyküleriyle ve Ahmet Haşim’in denemeleriyle sonra sonra tanıştım. İçinde yaşadığım ortam ve arkadaşlar nedeniyle olsa gerek… Çünkü benim arkadaşlarım her ikisini de okumuyordu. Varsa da yoksa Gorki, Nazım Hikmet, Tolstoy, Lenin vb…

Oysa bir Selahaddin Enis’in okunmaması kayıpmış. ‘ Zaniyeler ’ adlı yapıtında savaştan nemalananların öyküsünü ne de güzel anlatır.

Önyargılar… Ah o önyargılar !

Fırsat bulup, zaman yaratıp o ihmal ettiklerimizi bir okusak belki de çok mutlu olacağız.

Oysa ne güzel şiirleri varmış, Yahya Kemal Beyatlı’nın…

Geç farkına vardım.

67’sinde  öğrendim ne yazık ki…

Ama kendimi savunacak bir tümcem de yok değil:

‘’  Ne yapayım dostlar, 20’li 30’lu yaşlarımda uçuyordum ben…Hatta düne kadar… Ancak konabildim.’’


Bu yazı 500 defa okunmuştur.



Recai ŞEYHOĞLU Diğer Yazıları
Köşe Yazarları
Çok Okunan Haberler
Anketimize Katılın
Henüz anket oluşturulmamış.
Namaz Vakitleri