19-01-2020 Recai ŞEYHOĞLU

Hep kahvaltıdan ya da öğleden sonra gelirdi bana. Soğuklarda kahvaltı sonları gelir öğle yemeğine kadar kalırdı. Öğleden sonra da ben gene geldim komşum der sobanın başına ilişirdi. Ta ki akşam vaktine kadar. Arada bir gözlerinin kapandığı da olurdu.

Yıllarca komşuluk yaptık, tek bir akşam olsun çıkıp gelmedi ama. Akşamları hep yapayalnızdı.

Yaz sıcaklarında ise sadece öğleden sonraları gelirdi. Ne bir şeyler yer ne de içerdi. Zorla bir kahvemi içirebilirdim sadece. Köydeki anılarını anlatır, arada bir türkü söylerdi.

Bana gelip gittiğini çocukları da biliyordu. Büyük oğlu iki ayda bir gelir; makarna, çorbalık,  zeytinyağı ve çay getirirdi.  En fazla bir saat kalır ayrılırdı.  O giderken bir bahane uydurur, ben de onunla aşağıya kadar iner, oğlum derdim, annenize kırmızı et de alsanıza…  “Bu yaşta kırmızı et mi?” diyerek sesini yükselten oğlunu hiç sevmezdim doğrusu.

Bir de, elektrik parasını ödeyemem diye klimayı hiç çalıştırmıyor anneniz bilesiniz derdim. Kış mevsiminde hiç komşumun evine gitmezdim ben. Evin içinde üstünde atkı, manto ve battaniye varken televizyon izlediğine çok tanık olunca hep bana gelmesini istemiştim. O gün bugün soğuk günlerde hep onunla oluyoruz. Kocasından kalan emekli maaşıyla geçinmeye çalışan şanssız bir kadındı komşum. Şanssız diyorum, çünkü kocasından yana da gülmemişti hiç yüzü. Onun hastalıklarıyla geçmişti son yılları. İki kızı köye gelin gitmiş, iyice uzaklaşmıştı onlardan.

 Şükrettiği bir şey varsa o da kocasından kalan bu daireydi. Kira derdi yoktu en azından. Memur olan oğlu arada bir bizi arardı. Annesinin bende olduğunu bildiğinden bir kez geldiğinde telefonumu almıştı.  Gerekebilir diye… Ben de duymuştum birkaç kez telefonda konuşmasını. “Anne, paraya ihtiyacın var mı?” dediğini.

Komşum da her defasında” Allah razı olsun yavrum, yok.” derdi. Oysa komşum arada bir borç alırdı benden. Aybaşında öderim diyerek…

Kolunu çimdirir gibi yapıp “Sorduğuna göre ufak tefek bir şeyler iste komşucağızım.” derdim böylesi telefon konuşmalarında. “Onların da ancak yetiyordur paracıkları komşum. Allah istetmesin.”

Bana geldiğinde her defasında değilse bile yanında  illâ çay ya da kahve getirir, birlikte içeriz bacım derdi. Üstündeki yün ceket herhalde komşumla yaşıttı. Beden ölçülerimiz aynı olsa benimkilerden birini vereceğim ama… Vereyim desem zaten almazdı ki…

Eminim, “Sen bunu ihtiyacı olan birine ver komşucağızım.” derdi.

Benim hiç çocuğum olmadı. Nurlar içinde yatsın, benimkisi beni muhtaç da etmedi ele güne. Dertsiz yaşıyorum sayılır. Komşumun çocuklarıyla da arada bir karşılaşıp görüşünce iyi ki de olmamış diyorum. Isınamayan, serinleyemeyen, canının istediğini yiyip içemeyen komşumu görünce şükrediyorum halime. İnsan annesine bir kolonya olsun getirmez mi hasta olduğunda… Televizyonlarda 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olduğunu oğulları hiç mi görmez… Bunca yıldır ne ellerinde bir çiçekle geldiklerini gördüm ne de herhangi bir hediyeyle ziyaretlerine tanık oldum.

Büyük oğlunun makarna, çorbalık, çayı ve şekeri dışında…

 “Ne yapsınlar komşum, onlar da ancak geçinebiliyor olmalı.” der, başka bir şey demezdi de garibim. Çocukları için tek lâf etmez, ettirmezdi. Onların ne merhametli ne iyi insanlar olduğunu anlatmaya çalışırdı bana. Sen hele benim büyüğün bir küçüğünü göreceksin, derdi. İşyeri, kendisine iki torba yiyecek erzak verdiğinde işyerindeki temizlikçi kadına verirmiş hep diye övgüyle anlatırdı oğlunu.

Onu doğru dürüst görmezdim. Geceleri gelip gittiği olurmuş, işi nedeniyle.

Komşumu çocukları ve torunlarıyla senede bir sadece kurban bayramının ikinci gününde görürdüm.

Birinci gün gelenine rastlamadım hiç.

O çok sıcak geçen kurban bayramlarının birinde neredeyse kaybediyorduk onu. Ambulansla zor yetiştirmiştik hastaneye. Elektrik parası çok gelmesin diye klimayı çalıştırmadığından baygınlık geçirecek hale gelmiş, banyoya zor atmış kendini. İyi ki o sıra çalmışım kapısını. Allah var ya ben de kendisine haydi gelsene komşum, çay bekliyor diyecektim. İyi ki ısrar edip de ayrılmamışım hemen kapıdan. Uyuyor herhalde diye düşünmüştüm o sıra. Kapı açılmadı diye ya hemen ayrılsaydım…

En son, kilerdeki demir döküm sobayla antika radyo ve eski çamaşır makinesini sattırmıştı bana.

                                                                             *

“Derdin neydi be teyzem, evin var, maaşın var. İntihar etmek senin neyine!” diyen savcı beye” Diyeceklerim bundan ibaret.’ deyip imzamı attığımda ağladığımı anlamış mıydı savcı bilmiyorum.

 


Bu yazı 1876 defa okunmuştur.



Recai ŞEYHOĞLU Diğer Yazıları
Köşe Yazarları
Çok Okunan Haberler
Anketimize Katılın
Henüz anket oluşturulmamış.
Namaz Vakitleri