23-12-2019 Recai ŞEYHOĞLU

                                                                          

O gece yediği dayaktan uyuyamadı.

Sırtına yediği odunlar canını çok yaktığı gibi  kahverengi  kazağı gibi olmuştu derisi. Suratına yediği tokatlardan yüzü  dekırmızı  renkli balonuna dönmüştü.

Derslerine çalışmadığı için,  tavukların yumurtalarını çaldırdığı için, çiçekleri sulamadığı için,  ağılı iyi temizleyemediği için,   kardeşine kol kanat geremediği için hemen hemen hergün dayak yiyordu.

Recep Efendi, kuzeyden gelmişti buraya. Daha doğrusu kaçıp gelmişlerdi. Ülkesinde savaş vardı.  Kadınlara tecavüzlerin yaşandığı, çocukların boğazlandığı, tarlaların yakıldığı, kuyuların zehirlendiği / taşlarla doldurulduğu, köpeklerin/ kedilerin telef edildiği bir savaştı bu.

Abisiyle, iki kız kardeşi de  köy meydanında  diri diri yakılmıştı. Askerlere  ekmek ve yoğurt vermedikleri için…

Samanlıkta saklanan, koca çınar ağacının tepesindeki  geniş yapraklar arasında gizlenen Galinkalar bu kanlı savaştan kaçarak gelmişlerdi buraya. Tarlalar, koyunlar, inekler, tavuklar, köpekler, bahçeler hep geride kalmıştı.

Recep Efendi, o gün bugün yüzü gülmez, gözünden ateşler saçan, önüne geleni haşlayan, arkasında kalanı tekmeleyen biri olup çıkmıştı.  Karısı, ‘’ Sen yüzü gülen, merhaba diyene   sahip çıkan biriydin Recep Efendi,  eskiye dön biraz ‘’ dediğinde  suratını asan Recep, ‘’ Savaşı yaşayan sadece bendim galiba.. Seni sarayında mı ağırlıyordu yoksa o çar denilen mendebur? ‘’  diye karşılık veriyordu ters ters.

Daha da ileri gitse biliyordu ki  sopayı yiyecekti sırtına.

‘’ Öleyim deyince de ölünmüyor ki… ‘’ diye mırıldandı kendi kendine.  ‘’ Hem, ben ölürsem  bu çocuklar bu  huysuz adamın elinde  gün yüzü mü görürler… ‘’

Günboyu iş güç ile herkes oyalanıyordu.  Günden güne de  ağaç dikerek, taş evleri onararak, hayvanları otlatarak yaşamlarını çekidüzene sokuyorlardı.

Savaşın yarattığı yoksunluğu ve yoksulluğu çok çalışarak yenmeye çalışıyorlardı. Gece fener ışığında  taş evleri onarıyorlardı. Günü kuyumcu titizliğiyle değerlendiriyorlardı.

‘’ Kercu ‘daki gibi olacağız gene. İneklerimiz, koyunlarımız, atlarımız, evlerimiz olacak.’’

Recep Efendinin  sabah akşam söylediği buydu.

Mustafa’nın ve Murat’ın işi ağırdan aldığını görünce de çıldırıyordu. O vakit, yaptığı tek iş, odunu ele alıp…

Tamuna, dayanamayıp kendini öne atıyordu. ‘’ Oğullarıma vurma Recebim ! ‘’

                                                                      *

27 yıl olmuştu buraya geleli. Her şeyi göze alıp kaçmıştı evden. Kardeşine  planını anlattıysa da onu ikna edemedi. İlçeye gelip emniyete sığınmıştı.  Henüz 9 yaşındaydı ilçeye adım attığında.

Yıllardır da  buradaydı.  Doğduğu, yoksulluk çektiği, dayak yediği topraklara 800 kilometre uzakta… Yurtta kalmış, okumuş ve meslek sahibi olmuştu. Hırsı, inatçılığı ve başarısı onu  bir anda farkedilir hale getirmişti.

Boylu poslu, kara saçlı, mavi gözlü Murat’ın ailesini bilen yoktu ama  hem işyerinde hem de kadınların dilindeydi.  Kuzeyin sert rüzgarlarıyla yanmış teni ve özellikle de masmavi gözleriyle Mustafa,  dairede ziyaretçisi en çok olan eğitimciydi.  Çok güzel konuşuyor  ve alanında  yeterli biri olması nedeniyle  arada bir belediyenin salonunda  ‘ Aile eğitimi ve çocuklar ‘ konusunda  verdiği konferanslarla ilçe kadınlarının gözbebeği olmuştu.

Babası, annesi ve kardeşi aklına düştüğünde  gözünün önüne gelen tek nesne  ‘ odun ‘ oluyordu. Ama onları ne aradığı ne sorduğu vardı. Hırsına yenilip ‘’ Günün birinde  herbiri adımı duyacak ama … ‘’  diye de mırıldandığı oluyordu.

Partililere verdiği bir eğitimin sonunda , Başkanın ‘’ Murat, gel seni  partiye alalım. ‘’ sözünden sonra   gözleri ışıldadı. Kafasında şimşekler çaktı. Gözleri güler oldu.

Babasını daha çok getirdi gözünün önüne.

Hırs, inat ve başarı… ‘’ Beni Başkan yapan bunlar oldu işte! ‘’ dedi en yakın arkadaşına.

İl’in belediye başkanıydı artık.

 Partisinin önderliğinde, ‘ Eğitim- Şiddet ve Siyaset ‘  konusunda  niçin  850 kilometre ötedeki şehirde bir konferans vermek istediğini kendisinden başka bilen  olmayacaktı.

Ağzı güzel lâf yapan, yakışıklı belediye başkanı olarak  nam salan Murat, konferans verdiği gün öğrendi annesinin  dört yıl önce öldüğünü. Mustafa’nın da ağır bir hastalığa yakalandığını.

‘’ Ya babam? ‘’ diyememişti görüştüklerine.

Kimseler bilsin istememişti  kendisininGalinkalardan olduğunu.

Babası hakkında öğrendiği tek bilgi, Azer adında  bir kadınla evlendiği oldu.  Bir arkadaşından ricada bulundu: ‘’ Evlendiği tarihi öğrenebilir misiniz? ‘’

O gece  bu şehirde konakladı. Partililerin ısrarlarına karşın o akşam  kimseyle birlikte olmadı. Çocukluğuyla, annesi- babası ve Mustafa’yla   başbaşa kaldı.

                                                                         *

Orta yaşlarda, yeşil gözlü Azer Galinka kapıyı açtığında karşısında  hiç tanımadığı biri vardı.

‘’ Evlilik gününüz kutlu olsun efendim. Size bunu gönderdiler.’’

Dikdörtgen şeklindeki 60- 70 santimetre uzunluğundaki kutuyu alıp heyecanla  odaya girdi.

‘’ Evlilik günümüz için göndermişler. Çok merak ettim  doğrusu.’’ deyip hızla  kutuyu açtı.

Ağaçtan koparılmış gibi duran bir odun parçasıydı, kutunun içindeki. Ne yontulmuş ne de boyanmış…

‘’ Gününüz kutlu olsun. Mutlu olun. Bu odunun bir belediye başkanı yarattığını da unutmayın. Mustafa. ‘’

Mesajı okuyan Recep Efendi, ‘’ Unutur muyum hiç !’’ dedi kendi kendine.

Tanıyor musun onu , kim oluyor bu Mustafa ?

‘’ Benim kaybolan Mustafa değil herhalde ! ‘’  dedi hiç tükenmeyen öfkesiyle.


Bu yazı 2231 defa okunmuştur.



Recai ŞEYHOĞLU Diğer Yazıları
Köşe Yazarları
Çok Okunan Haberler
Anketimize Katılın
Henüz anket oluşturulmamış.
Namaz Vakitleri