Recai ŞEYHOĞLU
HİKÂYE Mİ GERÇEK Mİ?
HİKÂYE Mİ GERÇEK Mİ?
“İnanır mısınız sayın milletvekilim, ben ilk kez bir milletvekiliyle bu kadar uzun süre birlikte oluyorum.’’
Milletvekili bir ona bir de bana bakmış, bir şey diyememişti. Daha doğrusu söyleyecek söz bulamamıştı.
Bu sözleri söyleyen, koskoca bir ilçe belediyesinin kültür müdürüydü. Toplantı sonrasında milletvekili arkadaşımla baş başa kaldığımda sorusuna yanıt vermekte zorlanmıştım: “Abi, kadının dediklerini duydun, değil mi? Bir milletvekili ile yan yana görünmekten nasıl ürküyor! Gerçekten kültür müdürü mü şimdi bu kişi ?”
Sevgili vekilim, böylesine güvensiz bir kültür müdürü olabileceğini düşünemiyordu çünkü.
*
Olayın özüne dönelim şimdi.
Beş altı yıl önceydi. Yerel seçimler yapılmış, ilçenin yeni belediye başkanı ilk iş olarak yakışıklı/genç kültür müdürü Zeynel Bey’i odasına çağırmış ve “Şimdiye kadar yaptıklarınız için teşekkür ediyorum. Ben bundan böyle sizinle değil, Hayrunnisa Hanım ile çalışmak istiyorum,” diyerek müdürün görevine son vermişti. Zeynel Bey’in yeni görevi kentin epeyce dışındaki araç bakım atölyesiydi.
Bu değişikliğin arka planında ise bambaşka ilişkiler yumağı vardı. Partinin eski ilçe başkanlarından Tombul Tahsin, büyükşehir belediyesinde başkan vekiliydi ve Hayrunnisa Hanım’ın belediyenin kültür müdürlüğüne atanmasını isteyen asıl kişiydi. Yeni başkan da âmiri durumundaki Tombul Tahsin’in bu isteğini hemen yerine getirmişti. Hatta basın danışmanını bile bölge milletvekillerinden Cengâver Bey’in seçimi doğrultusunda belirlemişti. Kısacası Başkan, ne kültür müdürünü ne de basın danışmanını kendi özgür iradesiyle belirleyebilmişti. Canı biraz sıkılsa da işleyişin böyle olduğunu/olacağını biliyordu ve duruma hazırlıklıydı. Üstelik Tombul Tahsin ilçe başkanıyken birlikte çalışmışlardı. Dolayısıyla Tahsin’in bir zamanlar yapmış olduğu yardımların ve belediye başkanı seçilmesinde oynadığı önemli rolün ağırlığını omuzlarında hissediyordu. İtiraz etmesi olası mıydı?!
Hayrunnisa Hanım ise Tombul Tahsin’le üniversite öğrenciliği döneminden tanışıyordu. Hem eşi hem de kendisi Tahsin ile aynı gençlik örgütünde birlikte çalışmışlardı.
*
Şimdi biraz daha geriye gidelim. Çeyrek yüzyıldan önceydi. Rastlantıya bakın ki, bir başka Hayrunnisa Hanım da o dönemde aynı ilçenin belediye başkanlığı görevini yürütüyordu. Günün birinde, şair ve yazar örgütü olan bir sendikanın yerel yönetimini ilçenin kültür ve sanat sorunlarını konuşmak üzere belediyeye davet etmişti. Ben de o günlerde söz konusu sendikanın yönetimindeydim.
Başkan, beni kendisine yakın bulduğu için “Tarık Bey, kültür müdürüm ve adaşım Hayrunnisa Hanım’ın da aramızda olmasını istiyorum,” diyerek odaya kültür müdürünü de çağırmış ve her birimizle tanıştırırken “İşini çok iyi yapan bir arkadaşımızdır,” demeyi de unutmamıştı. Ben de boşboğazlık edip “Sayın Başkanım, kültür müdürleri içinde işini en iyi yapan tek kişi var; o da merkez ilçenin kültür müdürü Hüsamettin Bey,” demiştim. Yarı şaka yarı ciddi…
Aman Allahım! Sen misin onu diyen! Otuz yıl surat astı bana Sayın Hayrunnisa Yavaş. Henüz o gün tanışmıştık ama bu sözüm nedeniyle meğerse kara listesine girmişim. Başkan’ın yanında nasıl böyle konuşur, nasıl onu incitirmişim!
Sonrasında gönlünü almaya çalıştım gerçi. Nerede karşılaşsak bu dargınlığın ikimize de bir şey kazandırmayacağını düşündüğümden merhaba diyor, hâlini hatırını soruyor, kendisine karşı işlediğim suç(!) nedeniyle özür diliyordum. O kısacık zaman dilimini unutmaya ve unutturmaya çalışıyordum ama onun böyle bir niyeti yoktu ve hiçbir zaman da olmadı.
Öncesinde herhangi bir sorun yaşamamıştık üstelik. Zaten kentin bir başka semtinde oturuyordum. Aile bireylerimin isteğiyle bu ilçeye taşındığımızda arada bir karşılaşıyor olsak da bana olan öfkesini yüzünden okuyabiliyordum. Yok yere düşmanı olmuştum.
Oysaki bu sözümden sonra koşullar pek de değişmemişti. Her seçim sonrasında kâh görevden alınmış kâh yeni seçilen başkanlarla göreve devam etmişti. Şaka bir yana yılların belediyecisiydi. Ancak yıllar da etkisini gösteriyordu elbette. Kendisini başarısız bulanların gözünde ‘durgun ve yorgun bir kadın’dı. Ayrıca soyadı gibi de ‘yavaş’tı. Bütün bunlara karşın, son seçimin ardından bir kez daha turnayı gözünden vurmuş ve Tombul Tahsin faktörü nedeniyle yeniden kültür müdürlüğüne getirilmişti.
*
Ardından başka bir uyumsuzluk yaşadık. Önceki Başkan’la ve çok sevdiğim kültür müdürüyle sevdiğim biri adına on yıl kadar önce bir kitaplık açmıştık, belediyeye ait olan bir park/ bahçede. Nasıl olduysa kitaplığın tabelasının yok olduğunu öğrendim. Hayrunnisa Hanım’ın kapısını çaldım, o kitaplığı önceki kültür müdürünün öncülüğüyle açtığımızı, tabelanın yenilenmesini rica ettim.
“İsim için Meclis kararı alınmış mıydı?” dedi ilk söz olarak.
Ben nereden bilebilirdim bunu? Belediyenin kayıtları ve tutanakları elimin altında değildi elbette. Emekliye ayrılarak sahil köylerinin birine yerleşmiş olan eski kültür müdürünün telefonunu verip kendisine sormasını istedim. “Yasalar, yönetmelikler öyle gerektiriyorsa mutlaka o karar da alınmıştır,” demeyi unutmadan...
Ertesi gün eski kültür müdürü beni aradı. “Hayrunnisa Hanım arayıp tuhaf bir soru sordu. O kitaplık için Meclis kararı alıp almadığımızı… Buna niye gerek duydu, anlamadım. Tüm belgeler elinin altında olmasına karşın...”
Düşünün… Belediyenin kültür müdürü, önceki yıllarda görev yapmış kültür müdürünü arıyor ve adına kitaplık açılmış kişi için karar alınmış mı alınmamış mı diye soruyor. Minicik bir arşiv araştırmasına girmeden...
“Durgun ve yorgun’’ diyenler geldi gözümün önüne. Haklılardı galiba.
*
Başka bir konu…
Sıklıkla tanık oluyoruz; ilçelerin kültür müdürleri zamanın hızına ayak uydurmayı biliyor. Hemen her gün sosyal medyada, gazete ve dergilerde gündem oluşturmaya çalışıyorlar. Belediyelerinin kültür sanat etkinlikleri için çabalamaktalar. Kimisi sahne yıldızı derecesinde ortalıkta görünüyor, kimisi parlak etkinliklere imza atıyor, kimisi de alçakgönüllü bir şekilde etkinlikleri paylaşıyor. Hayrunnisa Hanım ise ortalıkta yok. Varlığıyla yokluğu belli değil.
Neymiş, devlet memuruymuş. Devlet memurluğunun ne demek olduğunu biz biliyor muymuşuz? O öyle ortaya çıkıp ne görüntü verirmiş ne de konuşurmuş. Başkan varken asla bu işi yapmazmış. Böyle diyor.
Düzenlenen panel, konferans ve dinletilerde de pek göründüğü yok. Koskoca bir ilçe belediyesinin kültür müdürü, sessizleri oynamak gibi bir rol üstlenmiş sanki. Adı birçok şaibeye karışmış olan Tombul Tahsin’in armağanı olan kültür müdürümüzü ara ki bulasın.
*
Tombul’un şaibeleri deyince...
Öyle çok ki… Onlardan kurtulmak için olsa gerek, bir ara doğduğu topraklarda belediye başkanlığına da soyundu. Olmadı, partisinin ilçe başkanlığını yaptığı ilçedeki belediye başkanı, büyükşehire aday olunca onun yanında görüntü vermeye başladı. Bu kez büyükşehir belediye başkanının canını sıktı. Kaldı ki aynı zamanda başkan vekilliği görevini de yürütüyordu. Bu görevden alınacağını anlayınca şimşek hızıyla istifa etti, “Ben ayrıldım,” dedi ve paçayı kurtardı. Başkan vekilliğinde sık sık akşam yemeklerini yediği belediyeye ait restoranda ahtapotlara düşkünlüğü nedeniyle adı bir ara ‘Ahtapot Tahsin’ olarak anılır oldu.
Belediyeye girmek isteyen kimilerinden rüşvet alıp işe soktuğu falan da çok konuşuldu.
Daha neler neler!
Böyle bir ‘cin’in Hayrunnisa Hanım’ı güzelim ilçeye kültür müdürü yapması çok sayıda entelektüeli de düşündürüyor kuşkusuz. Kimilerine göre Hayrunnisa Hanım öpüp de başımıza koymamız gerekenlerden biri belki ama bu işi yapan kişide biraz enerji de şart galiba. Ölgün, kendisini yenilemeyen ve emekliliğini bekleyen birinin kültür müdürlüğü yapıyor olmasına ses çıkarmayanların içtenliğini de merak etmiyor değilim.
Oysaki bu ilçe, okuma yazma oranının yüksekliğiyle, ülkenin Batı’ya açılan penceresi olmakla övünen özel bir bölge. Entelektüel nüfusun yoğunluğu nedeniyle diğer ilçelere göre de epeyce farklı bir yerleşim yeri. Ulusal ölçekte bilinen şair, yazar ve bestecileri var.
Bugüne kadar beş-altı başkanla çalışmış, her başkana kültür müdürlüğü yapmış birinin ufkunun biraz daha geniş olması gerekmez mi?
“İnanır mısınız sayın milletvekilim, ilk kez ben bir milletvekili ile bu kadar uzun süre birlikte oluyorum,” demek de ne! Bir de ısrarla “Sakın bu toplantıda bulunduğumu gazetede yazmayın, adımı da kullanmayın!” diye ricada bulunmuştu bir gazeteciden.
Kültür müdürü böyle mi olur?
Oluyor işte!
*
Yalnızca bu türden değil başka sularda gezinen kültür müdürleri de var bu âlemde. Biz de elimizden geldiğince gazetecilik yapmaya çalışıyoruz. Zaman zaman o şehir bu şehir koşturuyor ya da komşu ülkelere gidip geldiğimiz oluyor. Onları da anı/anlatı formunda yazıp kitaplaştırıyoruz.
Kültür müdürü Zeynel Bey de kitabımı okumuş, beğendiğini dile getirmiş ve belediyeye ait bir mekânda tanıtımı için yardımcı olmuştu. İlk sözü de kendisi alıp övgü dolu sözler etmişti. Belli ki dikkatlice okumuştu kitabımı. Sonrasında da birilerinin aracılığıyla yakın ilçelerden birinin kültür müdürlüğüne getirilmişti.
O ilçenin belediye başkanıyla da ilgili yazılar yazdım bir ara. Başkanın babasıyla arkadaşlığımız olmuştu yıllar öncesinde ama olan biteni görmezden de gelemezdim. Dolayısyla Başkan ile aramız açıldı. Biraz kırgındım ona. İtiraf edeyim, haksızlığı nedeniyle sesini de çıkardığı yoktu doğrusu. Fakat madalyonun arka yüzü de var. “Gâvurun ekmeğini yiyen gâvurun kılıcını çalar,” derler ya… Şişkin egolu olduğu her ortamda dile getirilen Zeynel Bey yoktan yere bana tavır aldı o günlerde. Önceki müdürlüğü sırasında belediye başkanı tarafından görevden alındığını yazmışım ve bu şekilde onuruyla oynamışım diye öfkelendi. Mahkemeye vereceğini söyledi. “Durma, ver!” dedim.
Sahaftan kitap aldığım bir gündü. O da ne!
Gezi notlarımı anlattığım, onun da çok beğendiği kitabım karşıma çıktı birden. Merakla sayfaları çevirdim. Dilimi yutacak gibi oldum. Zeynel Bey’e imzaladığım kitap sahaf raflarında geziniyordu. Bana olan öfkesinden kitabıma yol vermiş olmalıydı. Hiç düşünmeden satın aldım. Sahafın “Yazarın imzası var. Bu nedenle fiyatı biraz farklı olur,” demesine aldırmadan istediği parayı verip aldım. Şimdi kitaplığımın baş köşesinde!
Bir gün barışırsak göstereceğim kendisine.
*
Demem şu ki, belediyelerin kültür müdürlerini Tombul Tahsin’ler, kültür sanatla ilgisi olmayan parti yöneticileri değil de ‘liyakat’ sahipleri belirlesin. Hatta parti yöneticileri, şair-yazar-eğitimci örgütlerinden destek alsalar ne iyi olur diye düşünüyorum. Böylelikle gazeteciler, siyasi çevreler de kültür müdürleriyle çelişki yaşamak zorunda kalmamış olurlar.
*
Konuyu şuraya bağlayalım isterseniz:
Kitaplık ve tematik müzeler kurma çabalarımın yanı sıra okuyup yazmaya, anlatılara, gezi notlarına ve kurmaca metinlere özel bir düşkünlüğüm olduğu bilinir.
Romanlar, öykü kitapları çantamdan eksik olmaz. Genellikle de gerçeklerden ve yaşamın çelişkilerinden yola çıkan yapıtları yeğlerim. Kendim de benzer metinler yazmaya soyunurum. Bu yazıyı da böyle bir yaklaşımla okumanızı diliyorum. Zaten bu kadar uzun bir köşe yazısı ya da güncel haber olamaz. Bir açıdan bakıyorum, tümüyle gerçek; öteki açıdan bakıyorum; bazen hikâye diyesim geliyor bazen de masal…
Mitomanlar ülkesindeyiz ya… Durup durup uydurdum belki.
( Haa, günün birinde de en büyük mitomanın kim olduğunu ve maceralarını da yazacağım ömrüm yeterse. Bu da biline! )
Dedikodu mu yapıyorum yoksa?
Bilemedim.
İyisi mi, siz karar verin!