18-12-2020 Recai ŞEYHOĞLU

                                            

 Şaka bir yana,  1996’dan bu yana röportaj yaptığım kişilere şöyle bir göz atınca kasım kasım kasılıyorum. Nasıl becerdim o işleri diye de şaşıyorum.

İlk röportajımı yaptığım kişiler Yekta Güngör Özden, Meryem Koray, Özdemir Nutku, Erdal Atabek, Ferit Oğuz Bayır, Muzaffer İzgü, Veli Lök, Bülent Habora, Yusuf Alper olmuş.

Sonra Mualla Ulusavaş, Efdal Sevinçli, Bülent Serim, Niyazi Altunya, Fethi İdiman ile…

Daha sonra da Cahit Koççoban, Öner Yağcı, Erdal Öz, Semih Çelenk, Vedat Günyol, Önder Kütahyalı, Fatih Erdoğan, Fakir Baykurt, Timuçin Özyürekli, Hüseyin Baradan, Osman Bolulu, Ahmet Özer, Ali Dündar, Aydın Bıçakçı, Füsun Demirel, Muammer Toprakçı, Sadun Koşay, Timuçin Özyürekli  ile yapmışım bu söyleşileri.

İyi ki bütün söyleşileri kitaplaştırmışım.

( Parmak Kaldıranlar- Us Yayınları- / Söz İsteyenler- Bumerang Yayınları / Aydınlık Adına Susmayanlar- Güldikeni Yayınları )

İstanbul, Ankara ve İzmir’deki üç yayınevi tarafından basılmıştı o kitaplarım..

                                                                              *

Özdemir Nutku’ya ‘ delikanlı ‘ diyordum. O uzun saçlarına bayılıyordum. Ferit Oğuz Bayır’ın Foça’daki evine defalarca gitmişliğim var. 90 yaşını aşmıştı ama kararlılığı, Cumhuriyetçiliği ile dağ gibi görünüyordu bana. Hayranıydım. Muzaffer İzgü, hep oğlum dedi bana. Her görüştüğümüzde de ‘’ Rasime Hanım nasıl?’’der gönlümü alırdı. Anneme olan düşkünlüğümü iyi bilenlerdendi. Bülent Habora ile çok şeyler paylaştığımız oldu. Birbirimizi çok kırdığımız da…

Vedat Günyol, bir centilmendi. Timuçin ona keza… Kötü adam bildiğim Hüseyin Baradan meğerse bir melekmiş. Sadun Koşay, sivil toplumculuğa örnek bir yurttaştı. Fakir Baykurt ile hem kitap fuarında hem de Bergama’da  bir araya gelerek çok şeyler paylaştık. Bende iz bırakan bir öğretmen/ yazardı.

Şimdi hiçbiri yok.

Arada bir o üç kitabıma bakıyor, neler sorduğuma ve aldığım yanıtlara bakarak özlem gideriyorum.

                                                                                  *

O yıllarda neden hiç Mehmet H. Doğan’a ulaşamamışım diye de vahsınıyorum. Tanışmış olsaydık, ondan çok şeyler kapardım. Dostlarıyla bir araya gelip o günleri bize aktaran Mehmet H. Doğanlar  yok gibi çünkü…

Şimdi Uzaklardasın, adlı kitabı ‘ Yaşantı ‘ türünde yayımlanmış kitapların en güzellerinden bana göre.

Tarih ve edebiyat soluyorsunuz bu kitapla. Şiirini bildiğiniz şairlerin iç dünyasına giriyor, onları daha çok seviyorsunuz, zaman zaman da şaşırıyorsunuz.

Edip Cansever’i, Turgut Uyar’ı,  Suat Taşer’i, Metin Eloğlu’nu  ve Nahit Ulvi Akgün’ü Dostoyevski’den/ Şirazlı Sadi’den/ Marguez’den sonra öğrenmeyi istemezdim doğrusu.

Demek ki ilk öğrenmek istediklerim evrensel markalar olmuş. Yanlış mı doğru mu diye bir tartışmaya girmek istemem bu konuda. Zamanın ruhu  diyelim biz ona.

Zeki Baştımar’ı, Hikmet Kıvılcımlı’yı, Mehmet Ali Aybar’ı da Lenin ve Dimitrof’tan sonra öğrenmemiş miydim ben zaten…

Vardığım sonuç şu: Birileri vaktiyle bize doğru abilik yapamamışlar.

Keşke hep romanla sürdürseydim yaşamımı… Elimde Türk Menkıbeleri’ni/ Suat Yalaz’ın Karaoğlan’ını gören abimin ve diğer büyüklerimin  Felsefenin Başlangıç İlkeleri ile Sosyalizmin Alfabesi’ni  önüme sürmelerini ve   emredercesine ‘ bunu oku ‘ demeleri gibi bir 18. yaşımı yaşamasaymışım keşke.

Romanın ve şiirin tadına varamadan teorik kitapları okumam bana ne kazandırdı diye düşünüyorsanız söyleyeyim: ‘’ Lenin der ki…  ‘’  ya da ‘’ Dimitrof der ki… ‘’

‘’ Sen ne diyorsun be adam! ‘’  diyesim geliyor şimdi kendi kendime.

Oysa romanla/ öyküyle sürdürseydim okumalarımı ben de o röportaj yaptığım kişilerden biri olacaktım büyük olasılıkla.

Mehmet H. Doğan’ı okumak, kendimi sorgulattı bana.

Zaman zaman da ‘ Rakı Senfonisi ‘ okuyor gibi oldum itiraf edecek olursam. Kitabın sanki her sayfası anason kokuyor gibi… Şart mıydı diye eleştiresim gelmedi değil ama bu kitapta  her bölümün rakı kokuyor olması işin olmazsa olmazı. Çünkü bizim şairlerimizinAhmet  Haşim dışında rakı içmeyeni yok gibi sanki… Hatta bunu İzmir’de bir kitap fuarı günlerinde  on - onbeş kişinin içinde Fethi Naci’ye sormuştum: ‘’ Rakı içmeden şiir yazılmıyor mu Fethi Bey? ‘’

Yanıtını unutamıyorum hiç: ‘’ Ne kötü şiirdir be onlar ! ‘’

Yüzünü de buruşturmuştu söylerken.

Evet… Rakı, Türk şiirinin ekmeği/ suyu gibi. Bu, bizim gerçeğimiz…

Şairlerimiz rakıdan uzak duramıyorlarsa bir bildikleri var demek ki…

                                                                              *

Edip Cansever, Kapalıçarşı’da turistik eşya ve halı alıp satmış. Ekonomisi diğer şairlere göre daha düzgün. İyi koşullarda yaşamış. Buna karşın Türkiye İşçi Partisi’ne girmek ve bir süre partinin sanat kolunda çalışmak/ kurultayları izlemek istermiş.

Sevmediği bayram ziyaretlerinden kurtulmak için Pendik’te bir otele sığınırmış.

Alaturka müziğin iyilerini severmiş. En beğendiği besteci Selahattin Pınar’mış. ‘’ Beni de alın ne olur koynunuza hatıralar’’ ı hatasız söylermiş örneğin. Klasik müziğe olan ilgisi de sonradan giderek tutkuya dönüşmüş. Derin bir müzik kültürü olmasa da klasik müziği anlamaya çalışırmış.

Liseden sonra okuyamamış olması, bir yabancı dili bilmemesi, çok okumaya, okuduklarını da iyi okumaya itmiş onu.

Turgut Uyar şiirindeki doğurgan çelişkilerin ne olduğuna gelecek olursak…

Bir sözü şöyle: ‘’ Şiirin rahatlaması beni rahatsız ediyor.’’

Eşi Tomris ile Turgut Uyar Melih Cevdet gibi birer kedisevermişler. Gezmekten/ dolaşmaktan çok oturmayı, kalabalıktan çok az insanı, konuşmaktan çok susmayı/ dinlemeyi  severmiş.

1980’den sonra daha da içine kapanmış ve ortalıkta görünmez olmuş.

Cemal Süreya’nın Doğu Perinçek’in  kirvesi olduğunu biliyor muydunuz bilmem. Cemal Süreyada  İstanbul’da olsun/ Ankara’da olsun hazır oluşmuş dost ve sanatçı çevrelerinde pek görünmezmiş. Kendi, ayrı çevresini oluştururmuş. Kurallarını kendisinin koyduğu… Neredeyse kendi tekkesi denilebilecek bir grubu varmış. Oğlunun dincilere karışması çok üzmüş onu. Memo Emrah, slahlara da çok düşkünmüş mü ne… Kürtlüğünü saklama çabası içindeymiş hep. Kendisini hep göçebe olarak algılarmış. Gezgin anlamında bir göçebelik değil de  kendini bir yere oturtamamış olmaktan kaynaklanan bir göçebelikmiş ondaki…

Özel yaşamında birçok şeyde yapamadığı ayıklamayı, kendini arıtmayı, sanatında en iyi biçimde yapan bir şairdi, diyor Mehmet H. Doğan.

 ‘’ Öteki dünyada belki de Marilyn Monroe’yuNietzche’nin elinden almaya çalışıyor.’’  Diyor onun için Mehmet H. Doğan. Belli ki bir bildiği var ki böyle söylüyor.

Darphane Genel Müdürlüğü yapmış  olan Cemal Süreya, şiiriyle herkesi etkilemeye devam ediyor hâlâ…

Metin Eloğlu mu…

İnsanlarla olan ilişkisinde kişiliğiyle ilgili ilk akla gelebilecek şeyin, onun apaçık/ gıllıgışsız bir insan olduğu…

Açık yürekli, bambaşka biri…

Bursa’da bir resim sergisi açıyor şair- ressam Eloğlu. Bursa’nın zenginlerinden biri pahalı bir resmini alıyor ve Metin Eloğlu’nu evine yemeğe çağırıyor. Çok sayıda resim evinin geniş salonundadır. Fakat resimler berbattır Eloğlu’na göre. Ama çerçeveler ise paha biçilmez güzelliktedir. Zengin Bursalı , resimleri nasıl bulduğunu sorar Eloğlu’na. Eeee, Metin Eloğlu bu…

‘’ Çerçeveler çok güzel! ‘’  der.

Eloğlu da , şiirlerini tıpkı Melih Cevdet Anday gibi ezbere/ çok güzel okuyanlardanmış.

Nahit Ulvi Akgün, felsefe öğretmeni ama derslerinde felsefeden ziyade şiirden söz eden bir şairmiş.

‘’ Türk şiiri içinde minör bir şairdi.’’ Diyor onun için. Mehmet H.Doğan tabii ki…

Can Yücel, Mehmet H. Doğan’la her ayrılık faslında kucaklaşır ve şöyle dermiş: ‘’ Ooh  Mehmet! Mis gibi  rakı kokuyorsun! ‘’

Hayatı boyunca doya doya içmiş, doya küfretmiş Can Yücel. Sosyalist inancından hiç ödün vermemiş. Monogammış. Hiçbir kaçamak hikâyesi olmamış. Şükran Kurdakul gibi…

Metin Altıok, Onat Kutlar, Suat Taşer’le ilgili yazdıklarını da  özetlemek isterdim ama hepsini yazmak da olmaz ki… Alın, okuyun bence…

Şairler/ yazarlarla ilgili kim ne yazdıysa okumaya çalışırım. Farklı şeyler söyleseler de… Anlatılanlar birbirini belki de tutmaz bu anlatılarda. Çok doğal, çünkü herkes aynı pencereden bakmak zorunda değil. Yanlış yorumlar yapan olabilir. Kimisi de işine geldiği gibi anlatır.

Memet Fuat böyle diyor.

Yanlış da demiyor bence.

İyisi mi, kim ne yazdıysa okuyun siz.


Bu yazı 888 defa okunmuştur.



Recai ŞEYHOĞLU Diğer Yazıları
Köşe Yazarları
Çok Okunan Haberler
Anketimize Katılın
Henüz anket oluşturulmamış.
Namaz Vakitleri