18-03-2020 Recai ŞEYHOĞLU

                                      

Bazı sözler hiç unutulmuyor.

‘’ Yurtta sulh Cihanda sulh ‘’gibi.  ‘’ Geldim,  gördüm, yendim ‘’ gibi. ‘’ Kendini tanı ‘’ gibi…

Öykülerini çok sevdiğim Sabahattin Ali’nin ‘’ Bir delikanlının  hikâyesi’’nde geçen şu tümceleri de isterim ki herkesçe bilinsin:

‘’ Kitaplarla zifafa girmesini bilen adam, beşerliğinden  kurtulmaya başlamıştır.Ve biz daima beşeriz.

Gayet iyi bilirim ki, en münevver ve zeki kadın bile mesela bir Balzac romanlarının bahsini ancak yirmi dakika dinleyebilir. Halbuki ben, en güzel bir kadını bile bir Balzac romanlarının kıymeti musahabesine feda edebilirim. Ve bende, onların asıl bayıldıkları gurur ve teenniden,( yavaşlık/ dikkatli davranma) ağırlıktan eser yoktur.

Bütün bunlara karşın kadın gene benim en zayıf tarafımdır. Fena bir zamanımda bana her haltı ettirebilir. Kadın benim etimin, kemiğimin, kanımın ve muhayyilemin müthiş bir ihtiyacıdır. Buna mağlup olmak bir hayvanlık, bunu inkâr etmek daha büyük bir hayvanlıktır.’’

İçtenlik, dobralık kokan bir düşünce.

1938- 39 yıllarında  asker olan Sabahattin Ali, ‘ Ekmekçi Kolu’nda iken çam ağacı altında güzel bir çingene kızıyla öpüşürken görülüyor.

Öncesinde mi… Nahit Hanıma, Melahat Muhtar’a, Ayşe Sıtkı’ya ve Aliye Hanıma aşık oluyor.

Aşksız, sevgisiz duramıyor.

Sevdiğimize  ‘ Gözlerinden öperim’ deriz ya…

O, başka türlü diyor: ‘’ Gözlerinden ve dudaklarından hasret ve coşkuyla öperim bir tanecik sevgilim.’

Çapkın mı çapkın…

Ayşe Sıtkı, özelliğini iyi biliyor ki bir gün soruyor kendisine: ‘’ Sabahattin, şimdiye kadar kaç kişiyle evlenmek istedin?’’

Çünkü, kendisine de bu teklifte bulunmuştur. Hm de ısrarla…

Gördüklerini, yaşadıklarını  da hep yazmış  zaten.

İktidar sahiplerine de bildiği dilden yüklenip durmuş. Bu nedenle  Gazi’ye hakaret etti diye hakkında dava açılmış. Öyküleri, romanları, şiirleri ve yaptığı konuşmalar nedeniyle hep başı ağrımış.

O günlerin valisini, kaymakamını, polis şefini, herkes unuttu ama Sabahattin Ali unutulmadı. Unutulmayacak.

Onu mahkemeye verenler, komünist diye ihbar edenler tarihin çöp sepetinde yer aldılar.

O ise, ‘ Başın öne eğilmesin ‘ şiiriyle şimdi şarkı- türkü olarak dillerde. ‘ Aldırma gönül aldırma’yı bilmeyen yok.

Kürk Mantolu Madonna romanını duymayan kalmadı.

Gelelim bugüne…

                                                                                  *

Ömrünün kışını yaşayan bir gazeteci diyor ki; ‘’ CHP, gündemde kalabilmek için Cumhurbaşkanı Erdoğan ile uğraşıyor.’’

Hoppala !

Herkes bilir ki, muhalefet partileri iktidarı eleştirir. İktidar da muhaliflere hesap verir. Çünkü demokrasilerde işler böyle yürür.

CHP’nin görevi Erdoğan’ı alkışlamak değil…

Gerekli gördüğünde, hak verdiğinde  Erdoğan’ın yanında yer alan/ tabanı rahatsız olsa da  Yenikapı Mitinginde Erdoğan’a destek veren CHP / Kemal Kılıçdaroğlu değil miydi?

Ömrünün kışını yaşayan gazetecinin ömrü billah hep iktidar partilerini desteklediğini bilmeyen yok. Kim Başbakan olduysa  hep yanında yer alan, muhalefeti de  Başbakan ağzıyla eleştiren bir gazetecinin samimiyetine kim inanır?

Hep iktidarlar mı haklıdır?

Yaşlı gazeteciye bakarsanız öyle…

Oysa muhalefet , iktidarın eksiğini- yanlışını söyleyerek/ eleştirerek demokrasi çarkını işleten olmazsa olmaz demokratik mekanizmalardandır. Muhalefeti yok saymak/ ciddiye almamak ya da  dinlememek iktidara da zarar vermek demektir.

Ciddi siyaset yapanlar bunu bilir.

Sabah akşam kendilerine övgü düzen  gazetecileri dikkate almazlar aslında.

George Orwell’in gazetecilikle ilgili şu sözü kulaklara küpedir: ‘’ Gazetecilik, birilerinin yayımlanmasını istemediği haberleri yazmaktır.Gerisi halkla ilişkilerdir.’’

Cumhurbaşkanının ağzından çıkan her sözü alkışlamanız gerekmediği gibi  karşı durmanız da gerekmez.

Başbakanlık yaptığı 2006 yılında ‘’ Artık şehit cenazesi istemiyoruz’’ diye bağıran  üzüntülü  yurttaşlara Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘’ Askerlik, yan gelip yatma yeri değil! ‘’  şeklinde yanıt vermesi alkışlanacak bir söz değildi. Tepkili yurttaşların ağzından dökülen cümleler de  Erdoğan’ı protesto değildi.

Duyguların/ düşüncelerin dışa yansımasıydı.

Gazetecilik, Başbakanın yanında yer alıp vatandaşın sözünü yargılamak değildir. Tepkiyi kamuoyuna yansıtırsınız, göreviniz biter.

Suriye’den 34 şehit gelmişken futbol karşılaşmalarının devam ediyor olmasına gazetecilik refleksiyle karşı çıkmak varken, dilsiz- kör ve sağır kalanlar aynaya bakıp kendileriyle yüzleşmelidir.

Suudi Kralı öldüğünde yas tutup 34  askerimizi şehit verdiğimizde  ise  maçlara devam ediyor oluşumuz vicdanları yaralamıştır. Futbol karşılaşmaları yoksa bilgi yarışması mıdır iktidar gözünde ?

Ölümler tepemizde kol geziyorken eğlenceye devam ediyor olmamızı tabii ki muhalefet ve basın diline dolayacaktır.

Son günlerde iktidar ile muhalefet arasında ‘’ Şehitler Tepesi’’polemiği yaşanmakta.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’de şehit düşen 34 askerimizle  ilgili ’’ Şehitler Tepesi boş kalmayacak.’’ dedi.

Kılıçdaroğlu da ‘’ Sen benden ne istiyorsun? Daha şehitlerimizin cenaze törenleri yapılmadı. Size söz veriyorum, bizim iktidarımızda şehitler tepesi boş kalacak.’’ karşılığını verdi.

Gerçek şu ki şehit düşen askerlerimizin anaları ağlarken siyasiler kuru gürültü yapmakta.

Yeri , zamanı mıdır gereksiz konuşmaların?

İranlı düşünür Ali Şeriati’nin sözleri geliyor aklıma. Şöyle diyor:

‘’ Şehitlik diye sorgusuz cennete gidilecek bir makam olsaydı, zenginler o makamı fakirlere bırakır mıydı acaba ?’’

34 şehit askerin babaları  oğulları için 25- 30 bin lirayı  verebilselerdi çocukları şimdi yaşıyor olacaklardı. Onlar çok mu  istiyordu sanki  Suriye  batağında çocuklarının savaşmasını?

Oğullarını çürüğe çıkarıp şehit  düşmekten kurtaran babalar, eminim şehit anaları ve babalarının acılarını içlerinde duyumsayabiliyorlardır.

Sessizliği tercih etmeleri  anlaşılır bir durum.

Tepkilerin olması da …

Ali Şeriati’nin sözlerini doğru anlayabilmeliyiz.

Onca tartışma, polemik ve öfkeden sonra  bir gazetecinin , CHP’nin muhalefetini ‘ Erdoğan’la uğraşmak ‘ şeklinde değerlendirmesi çok çiğ geldi bana.

Kişi, yıllar sonra bile anılacak sözlerin sahibi olabilmeyi becerebilmeli bence.

Yaşlı gazetecinin ;  Kenan Evren’in 340, Turgut Özal’ın 207, Süleyman Demirel’in 158, Ahmet Necdet Sezer’in 11, Abdullah Gül’ün 840 kişiye Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla dava açtığını, oysa Recep Tayyip Erdoğan’ın  Cumhurbaşkanına hakaret ettiği suçlamasıyla dava açtığı kişi sayısının neden 17.406 olduğunu düşünmesinde / bunun nedenlerini araştırmasında  sayısız yarar olduğunu bilmesinde  yarar var.

Düşünmesi gereken asıl konu bence bu.

Yoksa, kendisi mi gündemde yer almak istiyor?

Yaşlılık moduna girdiği, kendisiyle eskisi gibi ilgilenilmediğinden mi gündem yaratmak istiyor olmalı.


Bu yazı 1166 defa okunmuştur.



Recai ŞEYHOĞLU Diğer Yazıları
Köşe Yazarları
Çok Okunan Haberler
Anketimize Katılın
Henüz anket oluşturulmamış.
Namaz Vakitleri