Recai ŞEYHOĞLU
YAMAN EFE
YAMAN EFE
Annem, bildim bileli serttir. Sertliği en çok da babamadır. Yıllarca tanık olduk buna. Babamın da başını öğe eğip gıkını çıkarmadığına… Yeter be, diye haykırsaydı günün birinde, babamı avuçlarımız kızarana kadar alkışlardık herhalde. Ben de, bazen annem gibi oluyorum Doğan’a… Doğan da babam gibi ama ‘’ Kes artık be! ‘’ dediği de olmuyor değil… Arada bir sertelmesi gizliden gizliye hoşuma gitmiyor da değil hani… Babam gibi pasif biri olmasını istemiyorum çünkü. O sert annem herkese karşı dagüleryüzlüdür ama... Simit satana, sokaktan geçen karpuzcuya, kapımızı çalan postacıya… Babama karşı nedense hep Yaman Efe!
Yaman Efe, bizim köylümüzmüş.Bütün köylü Yaman Efe dedin mi hazır ola geçer. Onun maceraları, mücadelesi köyümüzün bütün dedelerinin dilindedir. Dedem çok sözederdi ondan… Yunan’a aman vermez bir yiğitmiş. Bir defasında Yunan askerinin birine öyle bir tokat aşketmiş ki, tokatı yiyen askerin gözü şaşılaşmış. İki dişi de fırlamış ağzından… Dağda bayırda karşılaştığı düşmana dünyasını dar eden, çok sert biriymiş. Yarım kuzuyu yermiş bir oturuşta. Ayranı da bakraçla içermiş. Çok kişiden duydum onun acı bir kuvveti olduğunu… Güldüğünü gören olmamış hiç…
Anneminköyünün erkekleri de hep ona benzemeye çalışır durur. Kahvede otururlarken bile sanırsın ki her biri birer Yaman Efe… Annem, dayım ve teyzem ile hep Yaman Efe’nin yiğitlik öyküleriyle geçirmiş çocukluk, ilk ve orta yıllarını.
Babama olan sertliği bundan mı acaba diye düşünmüşümdür hep. Keşke babam da annemin köyünden biri olsaymış… O, karşı dağların arkasındaki ovadan… Yunan’ın gidemediği köylerden…
Babama neden bu kadar sert olduğunu da doğru dürüst anlamış değilim. Anneannem de çok ölçülü babama karşı… Nerdeyse hep Ali Bey diyecek… Dedem, sözcüğün tam anlamıyla bir melek… Anneannemin, teyzemin ve annemin isteklerine hayır dediği tek bir gün bile bilmiyorum. Ağzından çıkan tek sözcük ‘ Peki ‘.
Annem, yemek yerken ekmeği eliyle yemeğin suyuna banan biri ama dışarıda Kraliçe Elizabeth gibi… Evde babamın dünyasını karartıyor ama dışarıda aydınlık ve güleç yüzlü… İş arkadaşları annemin hep çok güleryüzlü olduğunu söylerler. Bizlere de sorarlar, ‘’ Anneniz evde de hep böyle güler mi?’’ Ben, bu soru karşısında bir anneme bakarım bir de kardeşlerime…
İlkokul yıllarımı anımsıyorum da nefret ediyorum o günlerden. Çözemediğim her problem için, yapamadığım testler için başıma yumruğuyla nasıl da vururdu. Bir ben mi, kardeşlerime de… Eve ders vermeye öğretmen geliyormuş da, oluk oluk öğretmene paralar döküyormuşuz da nasıl bilemezmişiz?
Annem hep sınıf başkanı olmamızı ve veli toplantılarında öğretmenlerimizin hep bizim başarılarımızdan söz etmesini arzu ederdi. Hep sınıf birincisi olmamızı isterdi.
Bugünkü başarılarımızın arkasında hep o var. Annem!
Pazar günlerimiz cehennemdi. Erkek kardeşim nerden öğrendiyse bir gün haykırıverdi: ‘’ Sen bu cehennemin zebanisi misin anne!
Vay, bunu nasıl dermiş, nerden öğrenmiş bu lafları, okulda kimlerle konuşuyormuş da öğrenmiş bu densiz lafları… Kulağındaki kızarıklık bir hafta geçmedi kardeşimin…
Kahvaltı dışında her şey kabus oluyordu o gün… Babam kahvaltı sonunda sessizce çıkar, akşam karanlığında dönerdi eve… Gelince, o da alırdı ‘ Pazar ‘ payını… Babam çok çekinirdi annemden, bunu bilmeyen de yoktu zaten. Kardeşimin ‘ Mıymıntı dedem ‘ dediği dedem de çok çekinirdi annemden.
En rahat ettiğim ev, babaannemlere gittiğimiz günlerdi. Bahçeden koparıp yediğimiz şeftalilerin tadını, babaannemin yaptığı pişileri, bize aldığı oyuncakları ve elime sıkıştırdığı harçlıkları hâlâ tatlı bir düş gibi anımsıyorum. Üç dört ayda bir cumartesi öğleden sonra gider, Pazar akşamı dönerdik babaannemden…
Babamın yüzü gülerdi o gidişlerde. Annem de ‘’ Hadi gene iyisin, anneciğine kavuşacaksın! ‘’ diye sataşırdı babama…
Hayret ederdik. Çünkü bunu gülerek söylerdi babama…
Sorsalar bana en mutlu günlerimi. Babaanneme gittiğimiz günler derim. Çünkü pazar sabahı erkenden uyanır, babaanneme sokulurduk kardeşlerimle. Onunla birlikte kahvaltı yapar, onun anlattığı masalları dinlerdik. Ne de çok masal bilirdi babaannem…Bahçeye iner, salıncağa biner, kedileri ve Aslan’ı severdik. Bahçede iki kedi bir de Aslan vardı. Büyükbabam da babaannem de onlarsız yapamıyor. Annem ise ne kuş ne kedi ne de köpek severdi.Arkadaşlarımın çoğunun birer kuşu ve kedisi varken ben kedisiz ve kuşsuz kaldım çocukluğumda. Doğan’ın evlendiğimiz günlerde koca bir kafes içinde içinde dört muhabbet kuşu getirdiği o günü unutamam hiç…
Doğan’a çok anlatmıştım çünkü annemi.
Şimdi her bir kardeşimin evi hayvanat bahçesi… Kediler, köpekler, kanaryalar, muhabbet kuşları… İguanamız bile var…
Annemi babama sarılırken görmüşlüğüm çok ender. Bana geldiklerinde bizim Aslan, salona geliverince annemi bir göreceksiniz… ‘’ Çıkarın şu hayvanı buradan! ‘’ diye babama nasıl da sarılıyor. Doğrusu çok da hoşuma gidiyor annemin babama sarılması. Yıllarca görmedim çünkü. Yaşasın Aslan!
Aslan’ı salona almam zaten bundan!
Biz bahçedeyken ya bizimkiler?
Babam, sabahtan çıkıp eski arkadaşlarını görmeye çıkıyor. Annem de saat ikiye kadar odasından çıkmıyor. Haftanın yorgunluğunu atıyor. Uykuyu çok sevdiğini bilmeyen yok. Büyükbabam, ‘’ Benim uykucu gelinim! ‘’ diye ona sataşıyor güleryüzle ama annem bundan hiç hoşlanmıyor. Şimdi, Doğan’ın annesine gittiğimizde pazar sabahları öyle iştahla kahvaltı yapıyorum ki…
Babaannemlerde cümbür cemaat kahvaltı yaptığımızı anımsamıyorum hiç. Babamla annemin bu konuda tartışmaları hep canımızı sıkardı.
Annem çok çalışkan, iki dil bilen biri. Zaman zaman alanıyla ilgili ekonomi dergilerine yazılar yazan biri… Avusturya’da ve İngiltere’de birer yıl çalışmış, ülkeyi ve dünyayı tanıyan biri. Gurur duyarız hep onunla.
Keşke Yaman Efe’nin değil de babamın köyünden olsaymış.