28-09-2020 Nüket Hürmeriç

                                                                

Yazıma kısabir öyküm ile başlamak istiyorum:

Şık ve Pis

Sitelerinde çocuk gelişimi öğretmeni olduğunu söyleyen bir kadın vardı.  Çok şıktı. Onu izlemeye doyamazdı. Giysilerindeki renk, biçim uyumu ona mutluluk verirdi. Gerçekten çok zarifti. Boylu poslu, endamlı  bir kadındı. Aynı zamanda gizemliydi. İki çocuğundan söz eder ama çocuklarının babasından hiç söz etmezdi. Bir gün “herkes istediğini yapmakta özgür” deyip ondan beklentilerini kesmiş. O da bu siteye yerleşmişti. Sesinin volümü çok düşüktü, ama bir şeyler anlatmaktan da vaz geçmezdi. Aynı zamanda sürekli her şeyi eleştirirdi. Dayanma sınırına gelince, daha kafeye gelirken eleştirmeye başladığını, hiç olumlu bir şey söylemediğini, hep kötü ise bu ortama gelmeyebileceğini söylemek zorunda kalmıştı. Bir süre bozulmuş, eleştiriye gelemeyen bir insan olduğunu anlamıştı. Sonuç; yalnızlıktı. Hiç arkadaşı, sohbet edebileceği kimsesi yoktu.  Önyargısız ve ortama yeni gelmiş biri olduğundan onu anlamaya çalışıyordu. İkinci bir özelliği daha vardı. Kedilerle sarmaş dolaştı. Artık yemekleri  uygun yerlere değil, en yakınına koyar, bütün eleştirilere karşın kimseyi takmaz, aynı davranışı göstermeyi sürdürürdü. Pervasızdı. Üstelik bir kadına yakışmayacak biçimde dayılanır gibi konuşurdu. Kafenin sonundaki minik gül bahçesini çöplüğe döndüğünü görünce yine dayanamamış, kibarca eleştirisini yapmıştı. Daha sonra ortamı terk etmiş, bir daha oraya gitmemeyi düşünmüştü. Hayvanseverler olarak kurulan whatsapp grubuna da duygularını, üzüntüsünü yazmıştı. No 0 diye yanıt verdiğini daha sonra fark etmişti. Piyano çalışırken de telefonla aramış, yazının anlamını kavramaktan uzak olduğunu  fark etmişti. Var olan mesafeyi koruyarak o bölgeye bir daha gitmemeye karar vermişti. Zaten gitse bile ortamın pisliğinden dayanamayıp 5 dakika bile kalamayıp terk ediyordu. Anlamakta zorlanıyordu. Bu kadar şık bir kadının, pis, kabadayı gibi, umursamaz, pervasız, sorumsuz olmasını bir türlü anlayamıyordu. Önemli bir gizemi olmalıydı. Hoş, bu onu ilgilendirmezdi. Onu da “bu  kadar çok alçakgönüllü olma” diye uyarmıştı. Aslında kompleks doluydu. Yapayalnızdı. Şık ve pisti. Buna oksimoron deniyordu. Birbirine zıt olguların bir arada olması…Bu sözcüğü iyi kavramalıydı. İlerde bir yararı olabilirdi. İnsanların yaptıklarına şaşırıp kalmaktan kurtulabilirdi…oksimoron…oksimoron…oksimoron…

Elimde Klasik Müzik Dergisi “”Andante’nin 157. sayısı var. Kapak konusu, hiç operaya gitmemiş insanları, sosyal  medya kanalıyla operayla tanıştırıp sevdiren soprano Burcu Soysev. Röportaj ve youtube kanalından anladığım kadarıyla parçaları titizlikle seçiyor. Bu yaptığı da bir misyon olarak değerlendirilebilir. AkmerkezCinemapink’teMetropolitan Opera filmleri de dikkate değer gösterimler. Efsane Gürcü besteci GiyaKançeli ile siyah inci soprano Jessye Norman’a veda yazıları da okunmaya değer yazılardan. Müzik tarihine ilgisiyle tanıdığımız Emre Aracı bu kez  Rus besteci Çaykovski’nin Londra anılarını ele almış. 17. albümünün kaydı dolayısıyla da değerli piyanist Gülsin Onay ile de buluşulmuş. CRR’ninSanat  Yönetmenliği’ne getirilen şef Cem Mansur ile  Tefken Filarmoni Orkestrası’nın birinci flütçüsü Aslıhan And ile röportajlar da önemli yazılardan. Klasik müzik dergisi olarak benzersiz olan bu dergiyi de desteklemeli,  yaşatmalıyız diye düşünüyorum. Sahi, bir de Opera ve Bale Dergisi vardı. Şu sıralar Corona Virüs nedeniyle bu tür etkinliklerin çoğu da iptal olduğuna göre dergisinin de basılmasını beklemek boş bir umut olmaktan öteye geçemiyor…Şimdilik! En azından çok uzun sürmemesini dileyelim…

Livaneli yaşamını anlattığı kitaba “Sevdalım Hayat” adını vermiş. Doğan kitap tarafından bastırılmış olup elimdeki 64. baskı. Önce özgeçmişinden belli başlı notlar: Anakara Maarif Koleji okuyup Stokholm’de  felsefe ve müzik eğitimi gördü. 1972’de düşüncelerinden ötürü  askeri cezaevinde yattı ve 11 yıl da sürgünde yaşadı. Harvard ve Princeton gibi saygın üniversitelerde konferanslar, dersler verdi. Edebiyat, müzik ve sinema dalında ürünler verdi. 1996 ve 2016 yılları arasında UNESCO’nun Paris büyükelçiliği ve Genel Direktör danışmanlığı yaptı. 2002 ve 2006 yılları arasında TBMM ve Avrupa Konsey’inde milletvekilliği görevinde bulundu. 466 sayfa olan kitap, fotoğraflarla da beslenmiş. Yaşamı boyunca çok ilginç olaylar, insanlar, acılar, büyük sevinçler, mutluluklar, gurur duyulacak yaratıcılıklar ve daha neler neler. Babaannesinin ona keçi sıfatını takması, orta okula giderken bir kitap kurduna dönüşmeye başlaması, bol kırıklı karne alınca evden kaçıp bir balıkçı köyünde iki ay yaşaması ve dönüşte ailesinin onu sessizlikle cezalandırdığı yorumu, çocukluk anılarından bir bölüm…Sanatçılarınnevrotik oldukları, kendisinin de her konuda aşırıya gitme eğiliminde olduğu, saz ile müziğe girişi, tambur ve gitar da çalıştığı, İonescu’nun “kel şarkıcı” oyununu izleyince âdeta ülke dışına çıktığı, Jean Paul Sartre’ın “Bulantı”sını okuyunca yepyeni bir döneme girdiğini belirtmesi dikkat çeken hususlardan. Bir yandan varoluşçu ve gerçekçi akım kitapları, bir yandan da günde beş, altı saat saz çalışmaları ve sonunda sol yayınlarla tanışıp dünyayı değiştirme arzusu. Bir de önce edebiyatla, yazı yazma ile uğraşması, sonra müziğe asılması ilginç olaylardan. Ve daha neler neler. Hem ülkemizde hem özellikle Avrupa’da sevilen, geniş çevresi olan, örnek alınacak bir insan. Hem politikaya hem edebiyata hem de müziğe ilgi duyan insanlar için ders niteliğinde bir kitap…

 Nüket Hürmeriç / İzmir

 

 

 

 

 


Bu yazı 515 defa okunmuştur.



Nüket Hürmeriç Diğer Yazıları
Köşe Yazarları
Çok Okunan Haberler
Anketimize Katılın
Henüz anket oluşturulmamış.
Namaz Vakitleri